Bir Daha Asla!

Yıl 1951, 80 Milyona yakın insanın öldüğü 2. Dünya Savaşı biteli henüz sadece 6 yıl olmuş. Bir şekilde sakat da olsa sağ kalmayı başarabilmiş insanlar ayrı bir travma içinde. Zira kaybettikleri yakınlarının acıları daha birinci elden taptaze.

Derken, bu yoksulluk ve umutsuzluk ortamında beklenmedik bir şey oluyor. İkinci Dünya Savaşının müttefikleri İtalya ve Almanya, 5,5 yıl boyunca gırtlak gırtlağa savaştığı Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg ile bir çatı altında toplanıyor ve basit bir sorunun cevabını arıyor: Bu savaş neden oldu ve benzer savaşın bir daha olmaması için ne yapabiliriz?

Bu sorudan bir motto, bir slogan doğuyor: “Bir daha asla!”. Bu sloganın arka planındaki üst düşünce şu: Nasıl bir tedbir alalım ki, böyle bir savaş sadece düşünülemez değil aynı zamanda imkânsız hale gelsin.

Böylece bu savaşın sebepleri hakkındaki düşüncelerini serimliyorlar ve kazdıkça bu savaşın gerçek sebebini buluyorlar: Kömür ve çelik

Şunu görüyorlar: “Avrupa’daki kömür ve çelik yatakları sadece belirli ülkelerin kontrolü altında bulunuyor ve diğer ülkelerin bu kaynaklara erişemiyor olması savaşı tetikledi”

“Peki, ne yaparsak bu kaynaklara erişim kriz olmaktan çıkabilir” diye soruyorlar. Ve cevap kendiliğinden geliyor: “Avrupa Birliğini kuralım ve sanki tek bir ülkeymiş gibi sınırları ticarete açalım.”

Böylece Avrupa Birliği kuruluyor ve artık kömür ve çeliğe ulaşmak, Avrupa ülkeleri için kriz olmaktan çıkıyor.

Gerçekten de baktığımızda, o yıllardan günümüze kadar Avrupa ülkeleri arasında benzer bir sebeple en küçük bir sürtüşmenin bile yaşanmamış olduğunu görüyoruz.  Yani Avrupa Birliği temel kuruluş amacını fazlasıyla karşılamış durumda ve hayatını sürdürmeye devam ediyor.

Yazının amacı bu değil ama hızlıca yukarda anlatılanların Yalın Kültürle benzerliklerine bir bakmak istiyorum.

Avrupa Birliği kurucuları elbette yalın literatürden esinlenmedi. Fakat bu başarı hikayesini incelediğimizde aşağıdaki benzerlikler gözden kaçmıyor (*)  

  • AB kurucu devletleri geleneksel yöntemlerle kalıcı çözüm sağlanamayacağı görüyorlar ve farklı bir strateji ile yaklaşıyorlar. Tıpkı Yalının Geleneksel Üretim Yöntemlerine göre farklı bir bakış açısı getirmesi gibi
  • Bir slogan oluşturuyorlar. Yalın Dönüşüm faaliyetlerinin başlangıç aşamasında tavsiye edildiği gibi.
  • En üst düzeyde yetkililer bir araya geliyor. Tıpkı Yalın Dönüşümün üst yönetim tarafından içselleştirilmesi ve birinci elden yönetilmesi gerektiği gibi
  • Ne yapılması gerektiğinden çok, ne yapılmaması gerektiği üzerinde odaklanıyorlar. Tıpkı Yalın 7 israfla mücadele yaklaşımı gibi.
  • Cesurca problemin kök nedenine iniyorlar. “Aramızda savaşmayacağımıza dair bir anlaşma imzalayıp geçelim” demiyorlar. Tıpkı yalın literatürdeki Problem Çözme ve 5 Why (5 kere Neden) araçlarında tavsiye edildiği gibi
  • Sınırları açarak benzer bir savaşın tekrarlamasını imkânsız hale getiriyorlar. Tıpkı Yalın araçlarından Poke Yoke gibi.
  • Ve başarıyorlar. Tıpkı Yalın ilkeleri sabırla takip eden şirketlerin yaptıkları gibi.

(*) Not: Bu karşılaştırmada amacım düşünme faaliyetinin (gerçek anlamda) ne kadar nadir ve zor olduğu ve hakkıyla yapıldığında elde edilen katkının ne denli yüksek olduğu ile ilgili bir çağrışım yapmaktır.

İlgisiz konuları zorlayarak Yalına bağlayan (veya gezegenlerin konumuna, burçlara, uzaya gönderilen enerjiye, Endüstri 4.0’a, kişisel gelişime ..vb bağlayan) bir “Yapay Zeka” görüntüsü vermekten sakınmak isterim.

Gelelim günümüze…

Yakın zamanda Kartalkaya’da korkunç bir olay yaşandı. 80’e yakın aile ferdinin hayatı bir gecede son buldu. Çocuklar, kadınlar, gençler, yaşlılar…

Birçoğu bu sıkıntılı günlerde biraz nefes almak ve çocuklarıyla, sevdikleriyle yıllar sonra bakıp gülümseyecekleri bir hatıra fotoğrafı çekmek için yüksek bedeller ödemeyi göze alıp tatile gittiler.

Ve dönemediler...

Sonra ne oldu? Ülkemizin kutuplaşmış siyasi liderleri, basın mensupları ve sesini duyurabilen vatandaşlar dinlemeye alışık olduğumuz türden yorumlar ve serzenişlerde bulundular.

 

Ne var ki hepsi esas itibariyle aynı şeyi yaptı: Sadece şikâyet etti…

Fakat hiç kimse konu hakkında gerçek anlamda düşünmedi.

Bunu nereden biliyoruz? Çünkü cılız bile olsa hiç kimse “Bir Daha Asla” demedi, diyemedi.

Yukardaki Yalın benzetme maddelerinden ilerleyecek olursak:

  • Kimse soruna farklı açıdan bakmadı. Geleneksel bir şekilde, “sorumluluk kimdeydi, kim ne ceza aldı, alacak” klişelerinin ötesine geçilemedi. Sanki o kişiler ceza almış olsa sorun kalıcı olarak çözülecekmiş gibi. Bunu kimse sorgulamadı.
  • Üst düzey yöneticiler bir araya gelmedi. Sözcüler belirlendi ve bolca atışma servis edildi.
  • 5 Why (5 kere Neden) yapılamadı. “Filan kurum yetki vermiş, vermemiş” basitliğinin ötesine geçilemedi.
  • Benzer bir olayın bir daha yaşanmayacağı ile ilgili en küçük bir emare gösterilmedi

Ve hepimiz içten içe biliyoruz ki, kim ne ceza alırsa alsın, benzer felaketler ülkemizde yaşanmaya devam edecek.

Ve yine medyada ateşli atışmalar olacak…

Ve bir süre sonra yine her şey unutulacak ve hayat kaldığı yerden devam edecek…

Sonra?

Sonra sıradaki felakete kadar beklemeye devam edeceğiz, felaketin bu kez de bizi vurmamasını umarak.

Avrupa’nın “Bir daha asla” demesi için 80 milyonun ölmesi gerekti. Gerçek anlamda "düşünmeyi" mümkün kılmanın maliyeti bu derece yüksek oldu.

Peki bizim güzel ülkemizde “Bir daha asla” denmesi için daha ne bedellerin ödenmesini beklememiz gerekecek?

...

 

 

Not: Bu yazı 67. LeanTalks (www.leantalks.com) buluşmasında Kartalkaya faciası hakkında yaptığımız sohbetten ilham almıştır.
Share